|
1ERZURUM ÇORAĞINDA YETİŞMİŞ BİR EDEBİ ŞAHSİYETTİ O..
Mustafa Çetin Baydar
Nazir Akalın gibi birinci sınıf bir beyin ve yürek adamı hemşehrisine sahip
çıkamayan Erzurum! Sana "çorak" demeyim de kime diyeyim ?
Oysa o sana ne kadar sevdalı, senin türkünü çığırmak için ne kadar
arzuluydu.
Çoraksın, nâdansın; Emrah’a, Reyhani’ye karşı işlediğin ’hissizlik’
cürümünde berdevamsın.
Nazir Akalın , ömür pergelinin sabit ucunu Erzurum üzerine tespit ederek
Edebi rüyalarına henüz on beş yaşını idrak ettiği yıllarda başladı.
Adına mahalli gazete denen, ancak kese kağıdı değerini bir türlü aşamayan
silik, perişan mevkutelere ’Kültür ve Sanat’ sayfaları yapmak gibi bir
tutkuya, gençlik enerjisini verdi.
Üniversite kapısını çaldığında Mehmet Kaplan’ların, Kaya Bilgegil’lerin,
Orhan Okay’ların kimlik verdikleri irfan sıralarına bir sevgiliyi
kucaklarcasına koştu. Edebi meseleleri angarya kabilinden öğrenenlerin
çoğunlukta olduğu bu sıralardan, mevcût edebî irfânına, akademik düşüncenin
kanatlarını takarak geçti. Artık ona cevelan edeceği edebiyat dünyaları
gerekti.
İyi derecede Farsça biliyordu, eski Türkçe metinler onun soluklanma
sahasıydı, Arapça, İngilizce ve Almanca’sı, literatür taramaları için
kifayet ediyordu. Kimi nâmizaçların iteklene iteklene ’edebiyatçı
akademisyen’ yapıldığı üniversiteler ortamında, Nazir Akalın kıratında bir
Edebiyat sevdalısına itibar edilmedi. Ama o yılmadı, içine alınmasa,
üniversite dışında kalarak da ilim hayatı ile ilişkisini sürdürebilirdi.
Nizâmi-yi Gencevi Biyografisi bu cehdin mahsulü oldu. Bu onun birinci yüksek
lisans tezidir.
Kırıkkale Üniversitesi faaliyete geçtiğinde Nazir Akalın Erzurum’daki
yuvasından uçup, bu defa Ortaanadolu’nun çorağına kondu. Üniversite mensubu
olmasa da yazdığı makaleleri ile Akademik bir çizginin sahibi olan Nazir
Akalın ikinci Yüksek Lisans Tezini Namık Kemal’de Edebi Tenkit üzerine
Kırıkkale’de yaptı. Eğer ona ’herkese bir tez, sana, doktor, doçent,
profesör olman için ikişer tez gereklidir’ deseler, o derinlerden fışkıran
tebessümü ile ’olsun’ der, sevdalısı olduğu yolda, her engelle boğuşmayı
göze alırdı.
Sıra doktoradaydı. Konusunu seçmişti.. Ebâ Müslim Horasani Destanı’nda
Târihî, Dîni ve Efsânevî Unsurları incelemeye başlamıştı. İşte bu sırada 28
Şubat Denen ’Aydın Kırgını’ geldi.. Narman’ın bu Karayağız delikanlısını,
işsiz, aşsız ve horlanmış olarak üniversite kapısının önüne koydular.
Bu seferki göç, Ankara’nın varoşlarından birinde, en dar bütçe ile
ödenebilecek kirası olan bir eve doğru oldu.. Erzurum çorağından Türkiye
çorağına geçilmişti..
Nazir Akalın’in üniversiteden çıkarıldığı Kasım 1998’den Mamak Treni’nin
altında can verdiği 12 Aralık 2002 tarihine kadar geçen dört yılı,
Türkiye’de münevver olmanın nasıl bir ağır faturaya dönüştüğünü bütün
ayrıntılarıyla anlatacak vasıftadır.
Kitap dizgiciliğinden, büro işçiliğine, götürü işler yazarlığından,
lütfedilmiş danışmanlıklara uzayan; bir ucunda ’viran olası hanede evlad-ı
iyal var’ endişesi, diğer ucunda izzet-i nefis imtihanı barındıran ve de
açılacağı zaman açılmayıp, açıldığında da her an kapanması muhtemel,
karabasanlı kazanç kapıları.. Bir de buna asıl geride duran ve edebi
kişiliğin bir hava ve su gibi her an gıdalanmak istediği Edebi şahsiyetin
arayışlarının ekleyin ve büyüyen melâli tasavvur edin!
Sultan Abdülaziz, Sadullah Paşa ve Fuzûli Monografilerini işte bu melâl,
sulayıp yeşertecektir. Ve nihayet Nazir Akalın’ın bu dönemde üzerinde
çalıştığı büyük projesi ’Osmanlı Şiiri Antolojisi’.
Bu çalışmaların hepsi öksüz şimdi.
38 Yılık ömrün hasılası olarak ve tamamlanmış mâhiyette yüzlerce makale, üç
kitap (Kanayan Simya, Edebiyat Yazıları, Sadullah Paşa Yâhut Mezardan Nidâ)
elimizde bulunuyor.
Ancak ’Elimden aldırdım o nazlı yâri’ diye inleyen türküdeki gibi Nazir
Akalın,yaratanın takdiri ile elimizden kaydı, çorakta kaybolan sular gibi
yitip gitti. Yitip gittiği yer Ankara’ydı.. Erzurum’da da olsa bu milli
nadanlıklarımızla sonuç farklı olur muydu, bilemem!
Hadise gecesi vaka yerine koşan arkadaşları arasında bulunan Dr.Lütfü
Şehsüvaroğlu, öfkesinden trene ellerini sakatlayacak yumruklar indirirken,
acaba çorağın duyarsızlığından mı hıncını alıyordu?
Günlerdir bunu düşünüyorum.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 -
|