Fethullah Hoca'yı anlıyorum
Gazze'ye yardım filosu ile ilgili son çıkışından sonra Hocaefendi'nin bizleri bir kez daha hayal kırıklığına uğrattığını düşünerek hayli üzüldüm. Sonra o ilk anların infial hali geçince oturup enine boyuna düşündüm. Düşündükçe gördüm ki Hocaefendi aslında tam olarak söylemesi gerekeni söylemişti. Tutarlılık tam da böyle bir demeci gerektirirdi.
Ben şahsen Hocaefendi hareketinin, -tabiatıyla- Bediüzzaman ekolü ile Nurettin Topçu'nun "Hareket" ekolünü birleştiren bir çizginin günümüzdeki yansıması olduğunu düşünüyorum.
Aşağıda, Mehmet Sılay'ın son kitabında anlattığı, Nurettin Topçu'nun hayatından bir kesit bulacaksınız. Burada anlatılanları Bediüzzaman'ın meşhur "euzubillahi mineşşeytani ves siyaseti" (Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım) sözüyle birlikte düşünelim:
Dergi (Hareket) rayına oturduktan sonra, yayınevimiz sayesinde kitaplar da çoğalmaya başlamıştı. İstanbul'da kurulup, çatısı altında düzenli olarak seminer ve sohbetlerin verildiği, Anadolu Fikir Derneği şimdi de Ankara ve Erzurum'da kurulmalıydı.
Ebubekir Erdem, Kayserili Mehmet Doğan ve Ezel Erverdi otobüs biletlerini alıp yola çıkmadan önce;
- Memet, sen Hocaya yarın öğleden önce liseye öğretmenler odasına giderek ona uğrayacaksın ve aralık sayısı için başyazıyı isteyeceksin! Söyleyeceğin birşey var mı?
- Anlaşılmıştır, Allah yol açıklığı versin, sağlıkla gidip dönün. Ankara'da Ali Birinci, Göncüler, Doğan ve Niyazi Adalıya, Erzurum'da da Atilla Maraş, Şucaeddin Erdem, Bekir Soysal ve Mutlu Binol'le cümle yarana selam söyleyin! Özellikle Feyyaz ve Fehim İbrahimhakkıoğlu'na...
- Tamam, haydi eyvallah!
- Güle güle, Allah'a emanet!
Her taraf bembeyazdı, hele Sultanahmet...Kış İstanbul'a karla gelmişti. Amansız bir soğuk bastırmıştı, hemen herkes biraz nevazil veya gripti. Şapkamı kulaklarıma kadar indirip, parkamın bütün düğmelerini iliklemiştim. MTTB'nin köşesinden sola dönünce, İstanbul Erkek Lisesi görünüyordu. Cümle kapısındaki kar yeni kürelenmişti.
Önümü kesen nöbetçi öğretmen nezaketle sordu;
- Ne istediniz beyefendi?
- Nureddin Topçu Hoca'yla görüşmek için gelmiştim de...
- Şu anda derste olduğunu sanıyorum, ancak bir-iki dakika sonra çıkar. Buyrun öğretmenler odasına geçin lütfen...
Geniş ve tenha bir salondu, uygun bir yere iliştim. Duvar resimleri çok eskiydi, derse hazırlanan öğretmenler yüksek perdeden konuşuyorlardı. Çıkış zilini farketmemiştim. Göz açıp kapayıncaya kadar Hoca çıkagelmişti. Hemen ayağa kalktım.
- Hoşgeldin, nasılsın?
- Sağolun Hocam, siz nasılsınız?
- Niye uğradın, arkadaşların nerdeler, ne yapıyorlar?
- Son yazıyı almak için gelmiştim efendim. Arkadaşlar da Anadolu Fikir Derneği'nin şubelerini kurmak için önce Ankara'ya gittiler, sonra da Erzurum'a...
Daha ağzımdaki cümle bitmeden Hoca sözümü kesmişti.
- Ankara'ya gittiler ha...dernek için ha?
- Evet, efendim!
- Dernek kurmak için öyle mi?
- Evet efendim, ayrıca seminerler ve kitap çalışmaları...
Bu geniş açıklamamla aferin beklerken Hoca yeniden sözümü kesip azarlayan tonda ve vurgularla bütün arkadaşlarımı benim şahsımda tenkit edip haşlamaya başladı.
- Ne konuşuyorsun sen! Ne konuşuyorsun sen!
Sesini birden yükselten Hoca lafımı ağzıma tıkamıştı, gergindi. Hatta çok hiddetliydi, nerede hata yapmıştım, neye uğradığımı şaşırmıştım.
- Görüyorum ki, siz Ankara'nın yolunu tutmuşsunuz. Siyasetin yolunu tutmuşsunuz!
Dergi ve kitap hariç, ben sizinle birlikte değilim.
Sen kaçıncı sınıftasın bakayım? Söyle!
- Cerrahpaşa Tıb, ikinci sınıftayım Hocam!
- Sen harcanan kaçıncı nesilsin Ferruhlardan bu güne, biliyor musun? Hayır hayır dergi ve kitap dışında ben yokum, sizlerle birlikte değilim....
- Hocam siyasetle bir ilgisi yok arkadaşların! Bu girişim fikri ve edebi çalışmalara zemin hazırlamak için!
- Hayır efendim, Ankara'ya gidişin geri planında siyaset vardır...
(Kaynak: Sen harcanan kaçıncı nesilsin biliyor musun?)
Nurettin Topçu da, Bediüzzaman da siyaseten kazanılacak başarı neticesi ele geçirilecek devlet erki ile toplumu tepeden aşağı doğru tanzim etmeye fikrinin yanlış olduğu konusunda aynı fikirdelerdi.
Gardını almış müesses nizamın muhkem kalelerine tam da beklenen yerden hücum etmenin faydasının olmadığını görmüşlerdi.
Artık genç nesiller bu yolda boşa harcanmasın istiyorlardı.
Şimdi Fethullah Hoca da cemaatine, -tıpkı Nurettin Topçu'nun yaptığı gibi- sessizce, bir karşılık beklemeden, yaygara koparmadan bitmek tükenmek bilmez bir gayret ile çalışmayı salık veriyor.
Öngörülebilir olduğu için tehlikeli "reaksiyonu" değil, yapıcı, müspet, neticeleri düşman için bilinemez, önü kolay alınamaz "aksiyonu" tembihliyor.
Nurettin Topçu'nun dergisinin adı "Hareket" idi.
Fethullah Hoca'nın dergisinin adı "Aksiyon"...
Nurettin Topçu'nun yazılarında tarif ettiği isimsiz kahramanlar bugün dünyanın dört bir yanında cemaatin okullarının koridorlarında vazife icra ediyorlar.
28 Şubat'ın karanlık günlerinde yine canımızı yaktığını düşündüğümüz beyanatların sahibiydi hocaefendi. Ama 28 Şubat "reaksiyoner" İslamcı hareketin belini kırarken sadece bir kaç sene sonra 28 Şubatçıların belini kıran hocaefendinin "aksiyoner" hareketi olmadı mı?
Muhtemelen hocaefendi suni sancıyla zorlanmış bir erken doğum neticesi, bebeğin ölü doğması endişesiyle konuşuyor. Mesajı bizlere değil aslında, düşmanlara... Endişesi düşmanla ilgili değil aslında, bizimle ilgili!...
Bu yaklaşımın doğruluğu yanlışlığı tartışılabilir elbette ama en azından yazımın başında belirttiğim gibi bu kendi iç tutarlılığına sahip bir yaklaşımdır ve gayet anlaşılır gözükmektedir.
Allah'ın hesabı bizim mahdut aklımızla yapacağımız hesaptan çok ileridir.
Ve en doğrusunu Rabbimiz bilir.
Allah tüm müslümanlara, "müslüman feraseti" nasib etsin. Bizi doğru yoldan, kendi yolundan ayırmasın.
Salih Cenap
.