İman Kalesi Erzurum'a Marş!

İnanca âşık kaderleri bozan, dokunulmaz atanmış

Kötü makam, yani mevki, kurbağa dilinde orun denmiş

İbiş

En yüce “Stalinsel Orun”

Baş Taun, Üst Firavun

Hayat dansıyla uyuşturup hıncımızı

Azar-azar öldürdün bizi

Çok öldüm, çok fazla dirildim

Hep ölsem, hep dirilsem

Seni yine affetmem

Tüm hayat bozucuların ortak adı: Taun

Bağışlanmayı bekle, avun!

Bizde bu can oldukça

Üstümüze vardın alçakça

Sen Taun: kader bozucu, bozulmuş kader

Hadi düzeltelim: oransız keder

Küfür ve zorlanmış inkâr meraklısı makam

Bağışlasam da ben, affetmez Mevla’m

Kudretten saymayız seni

Çıkartamadın içimizde total isyanı,

İnançta:

Mesela,

Lise arkadaşım Ö.G.’nin annesi,

Hiç genç kız olamadan, ev kadınlığına ulaşmıştı

Görünen o ki, alıştı;

Ya da alışıp gitmişti,

Yaşlanmaya sürekli…

Meyvesiz günlerde çalıştı hep

Ürünü sadece yorgunluk olan günlerde

Yıkadı perde ve astı perde

Elde yok, avuçta yok

Ruhunu teslim etti, düştüğü yerde!

O düşmedi, yüceldi

Karanlık göğü ve kör güneşi deldi

Sınıf arkadaşlarım, büyüklerim

Diğer tanıdıklar

Çevremdeki tüm bildikler

Hani, tanıştırmalar birbirine ekler

Adresini almadıklarım

Hatta hiç bilmediklerim

Ölmediler, ölmeyecekler

Taun

Akıllan:

Ölen sensin, mumya sen

İnkâr etsen

Mumyan tanıklık eder öldüğüne

Bizler ölür, diriliriz

Sense mumyana hapis

Sargın kirli, bedenin pis

Affedilmeyen değil, afsız

Tepende bir emir var Taun:

Af un ve avun!

Savaştık, “Stalinci” düşmanla

Hasar verdirip, daha çok hasar görerek,

Vuruştuk güya insanlarla ve şefleri olan sırtlanımsı hayvanla;

Yenilmedik, çakala-sırtlana

Gerilemedik ama

Üstümüze varamayacakları tarzda geri çekildik,

Varamadılar üstümüze zira

Her şeyden önce, onlardaki “VARIŞ”ı deldik!

Başkomutan, asker, cerrah, hekimbaşı

Hepsi aynı kişi;

Ordunun tüm nüfusu bu,

Tek kişilik ordu

Artı hemşire

Ve

Uzaktan üç ayrı şahıs gibi gözüken saygın memure:

Beni,

Yani

Ozanı, görebilen şahsiyetler hepsi…

Akşam bizi, biz akşamı bekliyoruz;

Sahra hastanemiz çok lüks;

Yemekte portakal, kızarmış ördek var,

Hint pilavı; Arap baklavası; helvası ki tel-tel

Doğu Karadeniz çaylarımızdan bir kokteyl…

Derken Müzik başlıyor:

Azıcık Mozart, biraz Yalel!

Sabahın ilk ışıklarıyla saldırıp, harbi kazanmak

Kaderimizdir, bak gör; gör bak!

Sabahın planları bende, şey, hemşiremde

Kimde, evet KİİİMDEEE…

Soru

İşareti mi dediniz, ne alakası var, yahu?

O kim, bir mensubumuz; adı: Kim, “Kim” diyorum

Ne bende, ne onda-Hemşireyi kastediyorum-

Planlar Kim’de

Mademki hekim

Benim

Sabahın planları kontrol altında, istersem denetlerim

Patron benim; susma alçak gönüllü tarihsel katır

Bağır, avazın çıktığı kadar, BAAAAĞIIIIIIR!

Hemşire gibi, “Kim” de bana yürekten bağlıdır

Ancak plan kimdeyse, sabahların sahibi o değil

Nöbetçimiz mızraplaşıyor: “Eğil salkım söğüt eğil”

İşbölümü yaptık savaş başlayalı beri: herkesin bir sabahı var

Her Pazar,

Sabahlar

Bana bağlılar

Her sabah, Pazar Sabahı artık

Birlikte çalıştığım herkes bana sadık…

Ne demiştik, milli nöbetçi enişte?

Dikkaaat! Hazır ol, sakın gülme; kafiyenin gelişi işte

İşte bizzat gördün; tanığı oldun

Bak gör, gör bak demiştik

Pazar Sabahı’nı bir final günü olarak fişlemiştik

Akşam lafazanlığıyla yaptığımız fütuhatı

Henüz sabahlar olmadan zafere erişimi, sen bizzat izledin

Vukuatı… Zira asıl şey, teferruattır

Hâkim olduğum teferruatsa, başarı sıradan vukuattır!